Bilgi, Gerçeği Şekillendirir

Bilgi, Gerçeği Şekillendirir

Bilgi, Gerçeği Şekillendirir

Bilgi, Gerçeği Şekillendirir

Gerçeği algılayışımızı etkileyen ve onu belirleyen ‘bilgi’nin edinilmesinde birinci unsur kültürel ve toplumsal koşullandırmalardır. İçinde bulunduğumuz toplumun ve kültürün içinde şekillenir ve kalıplara gireriz. Dolayısıyla olaylara ve durumlara, o bakış açısından bakmaya alışırız. Dünyaya açılan penceremiz haline gelirler zamanla.

Batılı olmak, Doğulu olmak, Türk olmak, Müslüman veya Budist olmak bizim dünyayı algılayışımızı doğrudan etkiler. Çünkü tüm bunlar yaşadığımız deneyimleri anlamlandırma sürecimizi belirler. Her bir kimlik çatısı altında farklı bilinç yapıları olarak, ‘gerçek’ dediğimiz duruma farklı açılardan bakarız. Dolayısıyla tarafsız, saf bir gerçeklikten bahsedilmesi imkansız hale gelir.

Bilginin insanı özgürleştirdiği çağlardan bilginin insanı tutsak ettiği bir zamana gelmiş bulunmaktayız. Günümüzün bilgi ve iletişim çağında, bilgiyi artık olduğu gibi toplamak ve kullanmak yerine bilgiyi süzgeçten geçirip, öz ve sağlıklı bilgiye ulaşmak önemli hale gelmiştir. Özellikle de bilginin hangi kaynaktan ve bizlere ne şekilde geldiğinin farkında olmak gereklidir. Günümüzde bize yönelik yapılan bilgi transferinde büyük olasılıkla bizi belirli bir şekilde düşünmeye, yaşamaya ve harekete geçirmeye yönelik “sistematik bir amaç” bulunmaktadır (bu yazıda bile 🙂 O nedenle bize ulaşan hemen her bilgiye daha şüpheci ve daha dikkatli yaklaşmamız gerekmektedir.

Bilginin gerçeklik algısını şekillendirmesinin nedenlerinden bir diğeri ise, geçirdiğimiz akademik eğitim sürecidir. Örneğin, Batılı ve Doğulu dünya görüşlerindeki yapısal farklılıklar, sahip oldukları eğitim-öğretim süreçlerini de belirlemektedir. Bu da, gerçekliğin farklı şekilde algılanmasına ve yorumlanmasına neden olmaktadır. R. E. Nisbett, “Düşüncenin Coğrafyası” adlı eserinde bu durumu şöyle açıklar: “Batılı düşünme tarzına sahip birisi, bir olayı neden-sonuç (determinizm) ilişkisine göre ve bir dizi doğrusal çizgi (lineer) halinde algılar. Bir olayın ya da davranışın nedenini basitleştirme, soyutlama ve sınıflama eğilimi söz konusudur.” Bunun sonucu olarak Batı’nın bu sistematik düşünce biçimi, “bütüncül” görmeyi zorlaştırırken, tek yönlü düşünme biçimini geliştirmektedir.

Bilgi, gerçeği şekillendirir ve dönüştürür. Kimi zamanda basit olan şeylerin anlaşılmasını da oldukça zorlaştırır. Gerçeği şekillendiren ve yeniden yaratan şey, düşüncemizi biçimlendiren öğrenilmiş bilgilerdir. Bilginin gerçeği yorumlayışımızı nasıl etkilediğini ifade etmede “Soba” öyküsü güzel bir örnek oluşturmaktadır.

Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet, bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarıda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.

Kimyacı: “Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamıştır.”
Fizikçi: “Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş olmalı.”
Jeolog: “Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan, herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamıştır.”
Matematikçi: “Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamıştır.”
Antropolog: “ Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş olmalı.”der.
Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarıda olmasının nedenini sorarlar. Adam cevap verir: “Boru yetmedi de efendim!”

Tayfun Topaloğlu

 

Kaynakça: Richard E. Nisbett (2003) “Düşüncenin Coğrafyası” Varlık Yayınları, İstanbul.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir